×

Paris’in ‘Türkçe konuşan’ kütüphanesi

Paris’teki milli kütüphane BnF, Fransa’nın gururudur. Bu kütüphanedeki Türkçe elyazmalarının ve basılı eserlerinin sorumlusu, İstanbullu Sara Yontan Hanım ile geçmişi asırlar öncesine dayanan Türk koleksiyonları üzerine konuştuk. Nasreddin Hoca’nın camide ‘münasebetsiz’ bir tavrını konu eden bir fıkrasından dolayı piyasadan hemen geri çekilen bir Boratav çalışmasından, Kanuni Sultan Süleyman’ın Fransız Kralı I. François’a yazdığı mektuba 1600’lerin Türkçe’sini Latin harflerine aktararak belki de Atatürk’ten önce ‘kendi çapında’ harf inkılabını gerçekleştirmiş Antoine Galland’dan, Fransa’dan İstanbul’a Türkçe öğrenmeye gelmiş ‘Diloğlanları’na yok yok!

Türk elyazmalarının ve basılı eserlerinin Fransa Milli Kütüphanesi’ne girişi nasıl olmuş?
Türkçe koleksiyonumuzun çekirdeğini oluşturan 150 kadar elyazması, 17. yüzyılda iki özel kütüphanenin kurum tarafından satın alınışıyla oluyor. O zamanlar her saygıdeğer aydının evinde, dili bilsin bilmesin, ki genellikle bilmezlerdi, Arapça, Türkçe eserler bulunurdu. Bir sonraki yüzyılda ise resmi kraliyet talimatlarıyla Yakındoğu’dan kitap almak üzere elçiler gönderiliyor Fransa’dan Osmanlı’ya… Türkçe kitaplar bunların arasında. Matbu eserler ise Osmanlı’daki ilk Arap harfli matbaa faaliyetinden, yani 1729’dan itibaren bir anlaşmayla giriyor BnF’ye. Babası Mehmet Çelebi’ye Fransa’da geçici sefirlik ziyaretinde eşlik eden ve daha sonra aynı görevi kalıcı olarak gerçekleştiren Said Efendi, babasıyla o zaman adı ‘Kraliyet Kütüphanesi’ olan BnF’ye gelmiş. Said Efendi, bu kütüphanenin başkanı, o zamanki unvanıyla ‘kralın kütüphanecisi’ Bignon’la görüşüyor ve muhtemelen Osmanlı’da matbaanın başlayacağından söz ediyor. Zaten o ara bu türden bir proje için hazırlar Osmanlı’da. Said Efendi İstanbul’a döndüğünde Türkçe dizen bir matbaa nihayet faaliyete başlıyor. Bugün arşivlerimizde bulunan ve “Bundan sonra basacağımız tüm kitaplardan size birer nüsha takdim edeceğiz” diyen bir mektup gönderiyor Bignon’a, Said. Böylelikle Müteferrika Matbaası’nda basılmış ilk 17 kitap, hatta ikişer nüsha halinde kütüphaneye girmiş oluyor. Matbu koleksiyonumuzun çekirdeği de bu kitaplar.

İLK MATBAADA DİNİ YAYINLARA İZİN YOKTU
Ne basmışlar ilk olarak?
Bir sözlük. Zaten sadece din dışı şeylerin basılması şartı vardı; sözlük, dil, tarih, coğrafya… Yani İslam dinine dokunmak yok. Onlar güzel yazıyla, hatla yazılmaya devam ediliyor. Matbaa Osmanlı İmparatorlugu’nda çoktandır kullanılıyordu, zira İspanya’dan kaçan Yahudiler beraberlerinde hem aletleri hem de mesleği getirmişlerdi. 15. asrın sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nda İbrani alfabesi ile kitaplar basılıyordu. Sonra diğer dini azınlıklar, Ermeniler, Rumlar da kitap basıyorlardı Osmanlı topraklarında.
Peki İslami ortam niye direniyor iki yüz yılı aşkın bir süre? Bu konuda teoriler çok. Bugünlerde teknoloji tarihini ‘batıya göre’ değerlendirmek çok aykırı bulunduğundan, “Niye geç geldi?” demekten ziyade, “Zamanı gelmemişti de ondan” diyenler rağbette! Kesin olan, matbu kitap için ‘çirkin’ ya da ‘adi kitap’ denmesi. Gerçekten de âlâ bir hattatın elinden çıkma bir kitap, karşılaştırma kaldırmaz estetikte olmuş hep; her ne kadar elyazması çok sıradan kitaplar da üretilmişse de… Her halükarda İslami içerikte olanlar hep çok büyük özenle hazırlanmış. Matbaanın Türkçe kitap basması, dini bunun dışında bırakmak şartıyla olmuş kısacası.

ERMENİLERİN TÜRKÇE KİTAP TARİHİNE KATKISI BÜYÜK  
Benzeri bir tutum batıda yaşanmış mıydı?
İşin en enteresan tarafı da bu! Gutenberg Matbaası kurulduğunda en çok basılan kitap İncil oluyor, “Ne kadar dağıtabilirsek o kadar iyi” düşüncesiyle. İslam’da ise tam tersi, Kur’an matbaada basılmıyor. Müteferrika’dan sonra bir ara matbaa kapanıyor, yasak konuyor, sonra tekrar başlıyor. 19. asırda bu kez çok faal oluyor ve birçok matbaa kuruluyor. Ermenilerin Türkçe kitap tarihine katkısı çok büyük oluyor bu arada.
Bir de litografi, yani taşbasmalar var. Bu teknik, Osmanlı’ya iki Fransız kardeş sayesinde, Batı’da uygulanmaya başladığı devirde ulaşıyor. Yani gecikme yok! Taşbaskı, elyazması kitaba daha yakın. Daha önce kalıbı çıkmış bir seri harfi dizerek değil, elyazısıyla yazıp onu basıyorsunuz.
19. yüzyılda en çok basılan kitaplardan biri, ‘Risale-i Birgivi’ oluyor. Askerlerin ceplerinde taşıyabilecekleri boyda olanlar bile var. ‘Türkçe ilmihal’ diye bilinir. Dini alanda da kitap basma gereği duyulmuş demek artık.

BİR ZAMANLARIN ERASMUSLULARI: DİLOĞLANLAR
Türkçe elyazmalarının BnF’te toplanması nasıl olmuş?
Daha önce söyledigim gibi, ilk 150 eser özel kütüphanelerin satın alınışıyla giriyor. Bir de sefir olarak ya da başka görevlerle Osmanlı İmparatorluğu’na gitmiş kişilerin topladığı kitaplar var. Amaç öncelikle Türkçe kitap almak değilse de bulundukları yer sayesinde Türkçe ile de ilgileniyorlar. Özellikle Katip Çelebi’nin bibliyografik eseri ‘Keşfi’z-Zünun’ sayesinde benim bugün yaptığım işi yapıyorlar, yani seçip alıyorlar. Bazısı Türkçe bilmiyor belki ama biliyor ki, şu şu adamın kitabı çok önemli.
Geçenlerde sunumunu da yaptığım böyle çok ilginç biri var. 17. asırda Türkiye’de uzun seneler bulunmuş meşhur Antoine Galland. Onun günlüklerinde okuduğumuz bilgiler bu açıdan çok önemli. Bilimadamı Hezarfen Hüseyin Efendi o sıralar bir tarih kitabı yazıyor. Osmanlı’daki Avrupai çevreler, sefirler vs. bu adama çok değer veriyor. Fransız sefiri ona hediyeler sunuyor, davet ediyor, Hezarfen Hüseyin de yazdığı son kitabını sefire hediye ediyor. Sefir Türkçe bilmiyor ama Türkçe bilenler var etrafında. Koleksiyonlarımızda bu kitap var ama olan nüsha o olmayabilir, araştırıyoruz.

Ayrıca İstanbul’a Türkçe öğrenmeye gönderilen, ileride resmi tercümanlık yapacak Fransız gençler var: ‘Diloğlanları’. Fransa’nın Osmanlı’da yetiştirdiği Fransız gençler. Ticaret de diplomasi de tercüman gerektiriyor. Diloğlanlarının bugün lisans tezi diyebileceğimiz ‘çeviri defterlerinin’ büyük kısmı bizim kütüphanede. Defterlerin bir yarısı Türkçe metinlerden yaptıkları çoğaltma, öteki yarısı ise metinlerin Fransızca tercümeleri. Lise çağındaki bu çocuklar İstanbul’a anne babasız eğitime gitmişler. Diloğlanları, bugün Erasmus programıyla gidenler gibi… Aralarından biri Müslüman olmuş, yaka paça Fransa’ya geri göndermişler “Müslüman oldu” diye. Bugün olsa, gizli servis o genç hakkında ‘İzlenmelidir’ dosyası açardı herhalde..

Elyazmalarının çoğu kütüphaneye satın alma yoluyla giriyor. Doğu Dilleri Okulu’nda ilk Türkçe kürsüsüne sahip Jean Deny Türkiye’deyken birçok elyazması toplamış. Ölümünden sonra onun özel kütüphanesi bize satıldı. Kütüphanelerini direkt bağışta bulunanlar da var, mesela Pertev Naili Boratav… Kendi yazdıklarını vasiyet edenler de oluyor, meşhur Dr. Rıza Nur gibi. ‘Hayat ve hatıratım’ başlığıyla basılmış kitabının elyazma nüshası ve operetleri bize bağışta bulunulmuş. Lakin Rıza Nur 1942’de ölmüş, bağış ise 1949’da yapılmış.

Bugün Türk koleksiyonunda toplam kaç parça var?
Türkiye’den alınan baskı kitap sayısı 30 bini aşkın. Tabii bu Türkiye hakkında ve Türkçe haricinde diğer dillerde yazılmış bilimsel çalışmaları veya Türkçe’den çevrilmiş eserleri içermiyor. Sadece Türkiye’den aldığımız kitap sayısı, senede ortalama 400-450 kalemdir. Dergiler hariç…
Elyazmalarını ise bir eser bazen birkaç kitaptan oluştuğu için, demirbaş numarası olarak verebilirim: İki binin üzerinde. Fransız elyazmaları bölümünde bazen Türkçe parçalar da bulunuyor. Tıpkı başlangıçta Fransız elyazmalarında yer alan, daha sonra bir televizyon çekimi sayesinde Türk elyazmalarına geçirdiğim, Kanuni Sultan Süleyman’ın I. François’ya gönderdiği ilk mektup gibi. Ya da az önce sözünü ettiğimiz Said Efendi’nin kral kütüphanecisi Bignon’a gönderdiği anlaşma..

ELİMİZDEKİ EN YENİ EL YAZMASI YAŞAR KEMAL’E AİT
Elyazmalarının konuları neler?
En çok tarih, din ve edebiyattan oluşuyor ama her konuda eser var: Müzik, astronomi, tıp, coğrafya… Şairler, tarihçiler, din adamları… Meşhurlar arasında Baki’nin ve Fuzuli’nin eserleri mevcut. Yine Ali Şir Nevai, Katip Çelebi, Piri Reis.. Sonra Kanuni’nin ve başka birkaç sultanın fermanları hep kataloğumuzda. Bir kısmı, ‘otograf’ dediğimiz yani yazarın kendi elinden çıkmış, bir kısmı ise daha yaygın olan ‘müstensih’ kopyaları..

Koleksiyondaki en eski elyazması hangisi?
13. asırdan iki-üç parça var: ‘Kitabü’l-vuhuş’ fragmanları o asırların yazısıyla istinsah edilmiş. ‘Mukaddimetü’l-adab’ diye bir Arapça dil kitabı da var, yani Arap dili hakkında bilgi veriyor. Kıpçakça bir ‘Hüsrev ile Şirin’ de olmalı, o asırda kaleme alınan.

Peki en yeni elyazması?
Benim elyazmalarına bakmaya başladığım dönemde girmiş olan, Yaşar Kemal’in kendi eliyle yazdığı bir şiir… Hatta kendisi hayattayken, eşi Ayşe Balaban’a fotoğrafını gönderip teyit aldım. Şiir 1940’larda bir yerde çıkıyor fakat bunu elyazması olarak ne zaman yazdı tam bilemiyorum. Bana elyazmasını, burada yaşayan Mevlut Michel Bozdemir iletti, zamanında Paris’te çıkardıkları Anka dergisine vermiş Yaşar Kemal.

Yaptığınız işi nasıl tanımlıyorsunuz?
Başlıca yaptığım şeylerden biri, belli bir politikanın yani kurumun aldığı kararla ortaya çıkan genel bir çizginin dahilinde Türkiye’den kitap almak. Bu kütüphaneye 1992’nin sonunda girdim ve 93’ten bu yana her yıl Türkiye’den kitap satın aldım. Kitapları zaman içinde değişik yöntemlerle seçtim. Önceleri yayın katalogları vardı, gazete kitap ekleri vs yoluyla yenileri izlerdim. Elle tutulur yayıncı sayısı ise azdı. Kimin ne yaptığı aşağı yukarı bilinirdi. Şimdi yayıncı sayısı inanılmaz arttı. Kalite konusunda çok dengeli olmayabilirler, bazen çok iyi şeyler üretiyorlar, peşindense birkaç tutarsız şey. Kitap alımının yanı sıra elyazma kitapların ve özellikle eski yazarların künyelerini çıkartmak da işimin bir parçası.

HAKAN GÜNDAY KİTAPLARINI BÜNYEMİZE ALDIK 
Hangi alanlardaki matbu kitapları alıyorsunuz?
Dil, edebiyat, geniş anlamda da sanat hakkında araştırma seviyesindeki çalışmalar öncelik taşıyor. Bir de edebi eserler. Çağdaş yazar ve şairleri eskisi gibi izleyemiyorum, yeni çok isim var. Herkese de çeşit çeşit edebiyat ödülü veriliyor, o da kriter olmaktan çıktı! Ama Hakan Günday’ı mesela, Fransızca’ya çevrildiğinde keşfettim ve hemen bütün Günday’ları ısmarladım, toplu eser bulundurma amacıyla. Vakti zamanında yani 70’lerde, 80’lerde belli bir edebiyat zevkim, bilgim vardı, onları izliyorum. Edebiyat eseri olarak amacım 20. asır Türk edebiyatını bütçemin ve çalışma hızımızın elverdigi ölçüde (çünkü Türkçe için sadece iki kişiyiz) kapsamlı olarak temsil edebilmek.

Sizin için en ilginç elyazması hangisi?
Fransa’da ‘Binbir Gece Masalları’nı Fransızca’ya çevirmesiyle ünlü Antoine Galland’ın 1686’da yazdığı Türkçe bir kitap. Hezarfen Hüseyin’in Osmanlı Devleti teşkilatı hakkında yazdığı bir eserin transkripsiyonu (aşağıda). Galland kendi kafasındaki bir sistemle, Arap alfabesiyle yazılmış Türkçe’yi Latin harfleriyle yazmış ve tam 315 sayfa doldurmuş! Biraz Fransız imlası var, biraz da kendi uydurduğu bir tür transkripsyon alfabesi. Ama eminim bundan çok daha ‘ilginç’ bulacağınız birçok başka eser de mevcut ama şu an en taze aklımda olanı bu.

Galland, Atatürk’ten önce ‘kendi çapında’ Latin alfabesine geçmiş yani?
1928’de Türkçe, ilk kez resmi olarak Latin alfabesiyle yazılıyor. Ondan önce birçok kişi çevrimyazı olarak kullanmış. Galland ilk olmayabilir ama ilk kez bir kitap yazan o!

NASREDDİN HOCA ‘MÜNASEBETSİZLİK’ EDİNCE…

Matbu olarak en ilginç diyebileceğiniz eser hangisi?
Pertev Naili Boratav’ın Yapı Kredi Yayınları’ndan 1995’te çıkan Nasreddin Hoca’sı. Pertev Bey, BnF’te Türkçe bölümü sorumlusu olduğumda kütüphanesini bize bağışlamak istediğini söylemişti. Kitaplarının bir kısmını kendi yaşadığı sürede verdi, bir kısmını ise çalışmaları sırasında ihtiyacı olduğundan öldükten sonra vermek istedi. Nasreddin Hoca’yı yazıyordu ölümünden az önce. Pertev Bey çalışmasını bitirip YKY’ye teslim ediyor. Ancak YKY bastıktan sonra piyasaya vermeden geri çekiyor kitabı. Çünkü kitapta araştırma amacıyla listelenen 594 fıkradan birinde camide ‘uygunsuz’ bir durumdan söz ediliyor! Yapı Kredi’deki, galiba bankacılar kurulu, “Müslüman müşteriler bunu protesto eder, paralarını bankadan çekerler” korkusuyla kitabı piyasaya çıkmadan toplatmayı beceriyor. Ayrıntıları tam hatırlamıyorum. Fakat yayınevi, kitap basıldığında Pertev Hoca’ya bir örnek göndermiş bulunuyor. Bu olaydan birkaç yıl sonra Pertev Bey vefat etti ve kütüphanesinin ikinci bölümü bize geçti. Kitaplar arasında, piyasadan çekilen Nasreddin Hoca çalışması da var. Ben bu kitabı Pertev Hoca’nın kurşun kalemle aldığı notlarla, buradaki ‘nadir eserler bölümü’ne teklif ettim. Bugün, üzerindeki notlar silinebileceğinden, özel izinle okunabiliyor. Bu arada bu kitabı olduğu gibi mi, yoksa bu ‘uygunsuz’ fıkrayı çıkararak mı bastı Türkiye Yayıncılar Birliği, emin değilim ama ben onu da aldım.

Türkiye’deki kurumlarla ilişkileriniz var mı?
Türk Tarih Kurumu, Atatürk Kitaplığı, bugünkü adıyla SALT yani eski Osmanlı Bankası Arşivleri, İstanbul Fatih’teki Millet Elyazma Eserler Kütüphanesi, Diyanet’in kütüphanesi İSAM zaman zaman çalıştığımız kurumlar. Şimdilerde Yunus Emre Enstitüsü ile bir işbirliği düşünüyoruz. Maalesef Ankara’daki Milli Kütüphane’yle pek bir ilişkimiz kalmadı. Orayı kimin yönettiğini bile bilmiyoruz, çok üzücü…

Sizin Türkiye ile ilişkiniz nasıl?
Türkiye doğup büyüdüğüm bir yer, bunun tamamen bilincinde ve sevincindeyim. Türkiye’de çok yakın kişilerim var.

İstanbullu Musevi bir ailenin çocuğusunuz. Evde Musevi İspanyolcası ya da Ladino diye de anılan Judeoespanyol konuşulmuş. Şimdi ise Fransa’da Türkçe ile hatta eski Türkçe ile süren bir iş hayatınız var. Sizce bu çok tesadüfi bir seçim mi?
Tesadüf değil tabii ki! Herhalde Türkiye’den ayrı yaşasam da biraz Türkiye’de kalmanın en rahat ve güzel yolunu buldum buraya Türkiye’nin bir parçasını taşımakla.. Ama bu çok, çok, çok uzun bir konu. Yazsam kitap olacak kadar uzun.

SARA YONTAN KİMDİR?
Robert Kolej’den sonra İsrail’de İngiliz ve Amerikan edebiyatı okuyan Sara Yontan, dilbilim üzerine yaptığı master eğitiminden sonra, 1980’de Fransız eşiyle Paris’e gelmiş. Paris’te ikinci masterini da dilbilim üzerine yapan ve eğitimi sırasında Fransız Türkolog Louis Bazin ile çalışan Yontan, bir Amerikan yayınevinde çalıştıktan sonra Fransa’nın ulusal araştırma kurumu CNRS’e bağlı Türk Etüdleri Enstitüsü’nün (Institut d’Etudes Turques) kütüphanesinde işe başlamış. Beş yıllık tecrübesinden sonra, bir ilan üzerine Fransa Milli Kütüphanesi BnF’e, enstitüdeki şefinin teşvikiyle başvurmuş. 23 yıldır BNF’te görev yapan Sara Yontan, bugün kurumun Türk koleksiyonları sorumlusu.

Kaynak: http://www.radikal.com.tr/