×

Çağdaş Kütüphanecilik: Aslolan kaynaklar değil, insanlardır

2009 yılında başlatıldıktan sonra halk kütüphanelerinin geleceğiyle ilgili en önemli konferanslardan biri haline gelen “Next Library® Conference” Eylül 2018’de ilk kez Berlin’de gerçekleştirildi. Kütüphanecilik dünyasındaki sorunlar, eğilimler ve başarı öyküleri, Goethe-Institut’un bu vesileyle hazırladığı bir dizi yazıyla ilgilenen okuyuculara aktarıldı. Kütüphaneler geleceği yaratır. Ama kendi gelecekleri belirsiz. Yarının kütüphaneleriyle ilgili “Geleceğin Kütüphaneleri” adlı yazı dizisinin birincisini sunuyoruz.

Çok değil, kısa süre öncesine kadar kitap dünyaya açılan kapı olarak görülüyordu. Ve bu kapıdan geçmek istiyorsanız kütüphaneye gitmeniz şarttı. Bilgi kütüphanelerde toplanıyor, düzenleniyor ve kullanıma sunuluyordu. Oysa bugün milyonlarca dijital kitap ve derginin olduğu Google ve Wikipedia çağında, dünyanın tüm bilgisine kendi akıllı telefonunuz, dizüstü bilgisayarınız ya da e-okuyucunuzda birkaç tıklamayla ulaşabiliyorsunuz. Bu durumda kütüphanelere hâlâ ihtiyaç var mı? Dijitalleşmenin yıkıcı gücüyle dünyadan silip süpürülen hizmet dallarının ve mesleklerin uzun listesine çok yakında kütüphaneler ve kütüphaneciler de mi eklenecek yoksa? Bu soruların ele alındığı tartışmalar hâlâ tam gaz devam ederken, çöküş söylemi ile aşırı iyimserlik arasında gidip geliniyor. Yaşanan gelişmeler ve sıkıntılar bu sorulara hemen bir yanıt bulunamayacak kadar farklı, karmaşık ve kısmen de çelişkili.

ÇEŞİT ÇEŞİT KÜTÜPHANE
İlk bakışta kütüphanelerin durumu hiç fena görünmüyor: Ortalık dijital kaynaklardan geçilmese de, Almanlar gerek üniversite kütüphanelerini gerekse de halk kütüphanelerini eskisinden daha yoğun biçimde kullanıyor. Yıllık ziyaretçi sayısı 220 milyonu bulan kütüphaneler, ülkenin en sevilen kültür kurumu olarak müzelerden, sinemalardan ve Alman Milli Takımı’nın top koşturduğu stadyumlardan bile daha çok rağbet görüyor. Ayrıca, Almanya’daki 10.000 civarındaki halk kütüphanesi ve akademik kütüphane çeşitlilik bakımından da hâlâ çok zengin. Müthiş bir ziyaretçi akını yaşayan akademik kütüphanelerde özellikle de bilgi kazanımı ve üretimi ön plandayken, pek çok şehir ve kasaba kütüphanesinde bir mekân olarak sunulan olanaklar ve buluşmalar giderek daha çok önem kazanıyor. Eskiden ayak üstü kitap ödünç alıp verilen bu yerlerin işlevselliği yerini rahat koltuklara bıraktı, bir sürü kütüphanede insanı vakit geçirmeye davet eden kafeler var ve kütüphanecilik hizmetleri, okuma etkinlikleri ve kültürel programlarla zenginleştiriliyor.

KÜTÜPHANELER MİYADINI DOLDURDU MU, YOKSA ELDEN Mİ GEÇİRİLMELİ?
Sosyologlar şu sıralarda yaşanan “kütüphane Rönesansı”nı kütüphanelerin yaşam ve iş alanlarının dışında, ticari olmayan “Üçüncü Yerler” (Ray Oldenburg) olmalarına ve internet ağıyla birleşmiş küreselleşmiş bir dünyanın dışına çıkma olanağı sunmalarına bağlıyor. Kimileri için kafa dinleyebilecekleri bir yer kütüphane, kimileri içinse, gelir düzeyinden bağımsız olarak kültürel ve kamusal hayata katılmanın tek olanağı. Ticari olmayan, herkese açık yapılarından ötürü özellikle de halk kütüphaneleri demokrasiye katkıda bulunan faktörlerden biri olarak görülüyor. Mevzunun teorik kısmı böyle. Fakat genelde pek çok kütüphanenin karşı karşıya kaldığı siyasi ve ekonomik gerçekler bu tabloyla pek örtüşmeyen ve halihazırda yaşanan krizi yansıtan bir dilden konuşuyor, ki dijitalleşme olmadan da bu noktaya varılması kaçınılmazdı. Kütüphanelerin altının oyulması süreci internetin kitle medyası haline gelmesinden çok önce başladı. Kamu bütçelerinin boşalan kasaları yoğun tasarruf tedbirleri alınmasına neden olmuş, yeni alımlar ve donanımlara ayrılan bütçe küçüldükçe küçülmüş, kütüphanelerin açık olduğu saatler azaltılmıştı. Kütüphanelerin birleştirilmesine, hatta kapatılmasına son yıllarda sık sık tanık olmuştuk zaten. Dolayısıyla, Almanya’nın büyük kentlerinde bir dizi sansasyonel kütüphanenin açılması, taşrada bir sürü küçük kütüphanenin giderek ihmal edilip bakımsızlaştığı gerçeğini gizleyemiyor. O nedenle, kütüphane nosyonunun en iyi dönemini geride bıraktığı izleniminin oluşması hiç de şaşırtıcı değil. Kütüphanelerin miyadı doldu mu, yoksa elden mi geçirilmeleri gerekiyor? Hangisinin doğru olduğuna kim karar verebilir ki?

HAREKETE GEÇMEK VE KORUMAK
Bu süre içinde kütüphanelerden beklenen hizmetler de azalmak şöyle dursun, kapsamlı görevlere yenileri eklendi. Ne zamandır kitapların yanı sıra elektronik kaynaklar, müzik, bilgisayar oyunları ve filmler de ödünç veriliyor. Fakat her şeye, her yerde, her an online erişim sağlanabildiği bir dönemde kütüphaneler sadece bilgi sağlayarak varlıklarını sürdüremezler. Yaştan ve toplumsal statüden bağımsız olarak insanlara bu bilgi bolluğuyla baş etmeyi öğretmek giderek daha önemli hale geliyor. Aslına bakılırsa, kütüphaneler bu iş için biçilmiş kaftan. Fakat bunun için gereken kaynakların ve ekonomik olanakların sağlanmasının yanı sıra, kütüphanelerin de farklı bir anlayış ve tarz geliştirmesi gerekiyor. Derme geliştirme çalışmaları gibi klasik işlevlerin yerine kullanıcılarla ilgili çalışmalara artık daha fazla odaklanılması lazım. “Libraries are about people, not stuff,” diyor Amerikalı kütüphane uzmanı Rebekkah Smith Aldrich, yani kütüphanelerde aslolan kaynaklar değil, insanlardır. Ama bu son derece âşikâr olsa da, mesleğin bazı temsilcileri için kafayı tamamen değiştirmek anlamına geliyor. Kuşkucular ise, bütün bu gerekli değişimler yapılırken bir şeylerin yitirilmesinden, örneğin basılı sözcüğün, yani kitabın arka plana itilmesinden korkuyorlar. Kütüphanelerin “atraksiyon haline getirildiği”, gelişigüzel davranıldığı eleştirileri yükseliyor.

Hızla değişen bir ortamda hem mekân ve kaynaklar bakımından hem de pedagojik açıdan çağdaş strateijiler geliştirirken, bir yandan da bunların temelinde yatan başarı faktörlerini gözden kaçırmamak kolay bir iş değil kütüphaneler için. Bilgi deposu ve kültürel miras, eğitim kurumu ve buluşma ortamı, bir nosyon ve fiziki mekân… Kütüphaneler bunların hepsini birden temsil etmeye devam etse de, amaca ve hedef kitleye bağlı olarak birbirlerinden çok farklılar. Her şeyden öte, sürprizlere gebe yerler kütüphaneler. Weimar’daki Düşes Anna Amalia Kütüphanesi’nin 2016’ya kadar müdürü olan Michael Knoche, 2017’de yayımlanan “Kütüphane Nosyonu ve Geleceği” (Die Idee der Biblothek und ihre Zukunft) adlı kitabında bu konuyu da ele almıştı. Knoche, kullanıcıların kütüphanede aramadıkları içeriklerle ve konularla da karşılaştığını vurguluyordu. Bunlar, internetin bize sunduğu “hazır arama algoritmalarının ve bilginin işlek patikalarının ötesinde” olanaklardı. Kütüphaneleri Google öncesi arama makineleri diye niteleyenler de haklı elbette ama onlar bundan hep daha fazlasıydı, salt bir araçtan öteydi.

KÜTÜPHANELER GELECEĞİ YARATIR
Uzmanlara göre, kütüphaneler özellikle de değişen dünyamızda ve katlanarak artan bilgi karşısında sosyal uyum ve yeni sorunlarla baş etme kapasitesi bakımından eskisinden daha da önemli. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Eğer kütüphaneler olmasaydı, onları icat etmemiz gerekirdi. Fakat bugünkü kütüphaneci kuşağının faaliyet gösterdiği işyerlerinden çok farklı bir görünümde olurlardı herhalde. Peki, odak noktasında artık dermenin değil, kullanıcının olduğu bir kütüphanenin düzeni, tasarımı ve mimarisinde nasıl değişiklikler yapılmalıdır? Eşitsizliğin, sahte haberlerin (fake news) ve dijital manipülasyonun giderek arttığı bir dönemde demokratik katılıma ve medya becerisine çağdaş katkılar nasıl olmalıdır? Eğitim düzeyi düşük kesimlerin kütüphane hizmetlerine ilgi duymasını kütüphaneler nasıl sağlayabilir? Ve kütüphaneciler gelecekte nasıl bir rol oynayacak?

Ardı arkası gelmeyen sorular. Tümü bir araya geldiğinde ortaya çıkan tablo, dönüşüm geçiren bir sektör ve kamu kurumu. Ama kütüphanelerin tüm beklentileri bundan sonra nasıl hakkıyla yerine getirebileceğine dair basit yanıtlar ve reçeteler yok. Dolayısıyla, kütüphanelerin geleceği, hizmetlerini sürdürürken toplumsal rollerini nasıl yeniden yorumladıkları kadar, toplumumuz için taşıdıkları değere de bağlı.

Kaynak