×

Bilgi ve Belge Yönetiminde “Kültürle(n)me Süreci” ve Bir Kitap Önerisi | Prof. Dr. Bülent Yılmaz

Meslekte belirli bir süre geçirenlerimiz, üniversitedeki öğrencilik yılları ile mesleklerinin hemen başındaki dönemleri şimdi düşündüklerinde, o zamanlar “olası mesleki yaşamları hakkında ne kadar da acemi olduklarını ve geleceğe nasıl da farklı baktıklarını” anımsayacaklardır. Bu elbette normal bir durumdur. Çoğumuz bunu yaşamışızdır. Genellikle de meslektaşlarımız, düşündüklerinden çok farklı bir meslek hayatı yaşadıklarını ya da yaşamakta olduklarını söylerler. Yani mesleğe başladıktan sonra biraz şaşırır, beklenmedik durumlarla karşılaşırız. Mesleğimize ilişkin beklentilerle gerçeklerin farklı olduğunu görür ve öyle yaşarız.

Meslekte beklenmedik olumlu ya da olumsuz şeyler yaşamamız birçok nedenden kaynaklanabilir. İleride yaşayacaklarımızı tam olarak bilemeyiz, tahmin edemeyiz en başta; yaşayınca da şaşırırız. Ya da mesleği etkileyen büyük toplumsal, teknik, yasal, mesleki değişimlere denk gelebiliriz. (Tıpkı bilgisayarın hayatımıza girmesi ya da bugünlerdeki koronavirüs salgını gibi)  Çalıştığımız kurumun yönetici, personel, mekân, kullanıcı yapısı da beklenmedik şeyler yaşamamıza neden olabilir. Düşündüğümüzden çok daha zor koşullarda çalışmak zorunda kalışımız da bu nedenler arasındadır. Bizi hayal kırıklığına uğratan etkenlerden birisi de mesleğimizin toplumsal ve yönetimsel karşılığını göremeyişimiz, “değer görme” duygusunu yaşayamayışımızdır çoğu zaman. Mesleki kimliği bireysel ve toplumsal düzeyde oluşturamamak da önemli bir başka nedendir.

Kuşkusuz, aramızda mesleğine ilişkin olumlu anlamda beklenmedik şeyler yaşayanlar da vardır/olmuştur.

Yukarıdaki duruma ilişkin başka nedenler de sıralanabilir. Ancak yakından tanığı olduğum için benim özellikle üniversitedeki öğrencilerimiz özelinde söyleyebileceğim nokta şudur: Onlar, genel olarak Türkiye’deki kütüphanecilerin iyisiyle-kötüsüyle hangi koşullarda, nasıl çalıştıklarını, neler yaşadıklarını, ne düşündüklerini, hangi mücadeleleri verdiklerini, ne ile mutlu ne ile mutsuz olduklarını bilememekte, tahmin edememekte, görememektedirler. Bu, elbette büyük ölçüde doğaldır. Üniversite lisans eğitiminin de bunu sağlamasını bekleyemeyiz. Teorik bilgi ve beceri kazandırmak ile yaşamak ayrı şeylerdir. Dolayısıyla öğrencilerimizin ya da mesleğinin başındaki genç arkadaşlarımızın bu meslekte yaşananları, kendilerinden önce bu mesleğe başlayanların,  mesleki yaşamlarını halen sürdürenlerin ya da bitirmiş olan deneyimli meslektaşlarından duymalarını, okumalarını hep çok önemsemeliyiz. Öğrenciler ve genç meslektaşlar ancak yaşananları okur, duyar ve bilirlerse mesleki yaşamlarına ilişkin kafalarındaki beklenti ve yaşayacakları gerçeklik farkını azaltabilirler.

Bu nedenle çalışma hayatının içinde olan ya da ayrılmış meslektaşların mesleki hayatlarında yaşadıklarını yazıya dökmeleri, geleceğe aktarmaları gerçekten çok önemlidir. Böylece onlar arkadan gelenlere nasıl bir mesleğin üyesi olacakları ve aşağı yukarı neler yaşayabilecekleri hakkında somut ipuçları vereceklerdir. Biz buna “mesleki kültürle(n)me” süreci adını verebiliriz. Bu süreç, mesleki yaşam deneyimlerini, mesleki kültürü (ilke, değer ve davranışları) meslektaş adaylarına ve yeni meslek üyelerine aktarma, onları bu konuda bilgilendirme, öğretme anlamına gelir. Kültürle(n)me bir öğretme/öğrenme ve öğrendiğini içselleştirme sürecidir.

Biz, bu düşünceler temelinde Hacettepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. S. Dilek Yalçın Çelik ve resimleyen olarak da Bölümümüz mezunu Necmettin Çanak arkadaşım ile birlikte 2017 yılında bir kitap hazırlamıştık. Kitabımızın adı: “Kütüphane’de…: Sahibinden Anı Öyküler” idi. Kitapta tam 94 meslektaş bizzat yaşadığı bir anısını öyküleştirip yazarak paylaştı. Yaşananlar ve dolayısıyla bu kitapta yazılanlar Son yirmi-otuz yıldaki Türk kütüphaneciliğinin bir boyutunun fotoğrafı gibidir.  Kitap, ileride bir “mikro kütüphanecilik tarihi”, “kütüphane sosyolojisi” ve sözlü kültürün yazıya geçirilmiş örneği niteliği ile de değerlendirilebilecektir.

Şimdi, “2017 yılında yayımlanmış bir kitabı, üstelik hazırlayanı neden gündeme getiriyor ve tanıtıyor?” sorusunu haklı olarak sorabilirsiniz. Bu biraz tuhaf da görünebilir. Ancak amacımız kesinlikle bir “halkla ilişkiler/pazarlama çalışması” yapmak değil (ki yayıncısı tarafından yapılacak böyle bir şey de yanlış değildir, hatta yapılmalıdır, yapılır ama burada amacımız o değil!) ve çok açık: Yazının başında açıklanmaya çalışılan nedenle (mesleki beklentiler ve gerçekler farkı) Türkiye’deki Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü öğrencilerinin ve mesleğe yeni başlamış meslektaşlarımızın bu kitapta yazılanları okumalarının önemli ve gerekli olduğunu dikkatlerinize sunmak. Bu kitaptaki anı öyküleri okuduklarında onların mesleklerini nasıl bir ülkede, hangi toplumda ve koşullarda gerçekleştirecekleri hakkında fikirleri olacaktır; mesleğe daha gerçekçi bakacaklar, daha hazırlıklı olacaklardır.

Bu nedenle somut önerimiz şudur: BBY Bölümlerindeki öğretim elemanı arkadaşlarımızın öğrencilerini, kütüphane yöneticisi arkadaşlarımızın da kurumlarında çalışmaya başlayan genç meslektaşlarımızı bu kitabı okumaları konusunda cesaretlendirmeleri (kitap kanımca “Giriş” ve “Mesleki Etik” dersleri okuma listesinde arasında yer alabilir)  ve mesleğe yeni başlamış arkadaşlarımızın da bu öneriye gerek duymadan bu kitabı okumalarıdır.  Kuşkusuz bunun için önerilecek ve okunacak tek kitap bu değildir. Alanımızdaki bazı mesleki büyüklerin yazdığı biyografi ve anı kitapları da okunmalıdır.

Yine belirtelim ki, bu yazı bir kitap tanıtım yazısı değildir. Bilgi ve Belge Yönetimi alanında “Mesleki kültürlenme” sürecinin önemine dikkat çekme ve gerçekleşmesine bir katkı çabasıdır. Buna gereksinimimiz olduğu açıktır.

Hep söylenen öğrenme gerçeği şudur: İki türlü öğrenme vardır. İlki yaşayarak öğrenme diğeri önceden görerek, yani bilgiyle öğrenme. Hayatlarımızda her ikisi de olur. Ancak yaşayarak öğrenme” çok pahalı bir yöntemdir; insana acı verebilir, bedel ödetebilir ve her şeyi yaşayarak öğrenme olanağımız da olamaz. Oysa “önceden görerek/bilerek öğrenme”, en “ucuz”, bilimsel ve çağdaş öğrenme yöntemidir.

Sonuç olarak, mesleki kültürle(n)meyi öncelikli konular arasına almakta yarar var. Bu bağlamda, akademisyen ve uygulamada deneyimli kütüphanecilerin aday ve genç meslektaşları mesleki etik ilke ve değerler temelinde, “doğru” biçimde kültürleme; aday ve genç kütüphanecilerin de kültürlenme sorumluluğu olduğu söylenebilir.

İyi okumalar diyelim o zaman.

ÖNERİLEN KİTAP BİLGİSİ: Kütüphane’de…: Sahibinden Anı Öyküler. Haz. Bülent Yılmaz, S. Dilek Yalçın Çelik. Res. Necmettin Çanak. İstanbul: Hiperyayın, 2017. (Kitap çevrimiçi kitap satış platformlarında vardır.)

7 yorum

comments user
Eray

Arkadaşlar sağlık bakanlığının 5 kişilik alımı sonuçlandı mı kaç ile kapattı bilen var mı ??

comments user
Erdem.

Yaşayarak öğrenme en temel deneyimdir diye düşünüyorum. Aynı deneyim bile kişiden kişiye değişebiliyorsa, yaşayarak öğrenme daha kadim. Sözgelimi yaşamadan bilgi üretmek, hatta sanat yapmak nasıl olabilir? Acısıyla tatlısıyla yaşayarak öğrenme, bilgiyle öğrenmeden daha ilk gibi geliyor bana. Mesleki olarak ise; BBY bölüm puanları, iş hayatına atanamayan mezunlar bilgiyi, deneyimle birleştiremiyorlar çünkü atanamıyorlar. Yaşayarak öğrenilmemiş bilginin, teoride hiçbir anlamı yok çünkü önce eylem gelir. İstediğimiz kadar şahane düşünelim, eyleme geçilmediği takdirde potansiyel olarak kalır o.

    comments user
    Bülent Yılmaz

    Söylemek istediğim özetle, “Amerikayı yeniden keşfetmeye gerek yok!” Birimiz bir şeyi yaşadıysak aynı şeyi diğerimizin de yaşayarak ders alması israftır. Yaşayan anlatır ve öğretir. Elbette hiç yaşamayalım demiyorum. Zaten bu olanaklı değil. Yaşayacağız, fakat her şeyi yaşayarak öğrenmeye kalkarsak zaman yetmez. Önceden görerek, bilgi ile öğreneceğiz bazı şeyleri. Örneğin mesleğimizde etik olmayan bir davranışın sonuçlarını öğrenmek için böyle bir şeyi yaşamak mı istersiniz yoksa yaşanmış bir olaydan mı öğrenmek istersiniz? Kütüphane yönetimindeki yanlış yaklaşımların ne gibi zararlara yol açtığını da yaşayarak mı öğrenmek istersiniz yok yaşayan birinden duyarak mı? Sevgiler.

    comments user
    Erdem.

    Altını çizmeye çalıştığım şey teorinin pratiğe dökülememesi çünkü mezunlara istihdam sağlanamıyor. Söylediğinize katılıyorum, okuryazarlık her insan için müthiş bir deneyimdir, buna katılmamak elde değil tabii ki. Kütüphaneciler kütüphane deneyimlerini yazsınlar, anılarımızı yayımlayalım bu konuda hiçbir beis yok. Mesleki anlamda düşünmeye devam edersek A kütüphanesinde yaşanan kütüphane yönetiminin yanlışlığını yaşayan birinden duymamız, iş bulamamış mezunu rahatlatmaz Bülent Bey. Yani A kütüphanesine -yönetimi kötü olduğunu bile bile- işsiz kalmamak için başvurmayalım mı? Önce işsizliği sonra da kötü yönetimli kütüphaneleri konuşalım. Kötü kütüphane yönetimlerine karşı mesleki olarak ne kadar güçlüyüz, ne kadar sözümüz geçiyor sizce? Sevgiler.

comments user
Cem Özel

Hocam anılarımızı size göndersek. Siz de bir seçici kurulla en iyilerini seçseniz ve hiperkitap da bassa. Harika olurdu.

    comments user
    Bülent Yılmaz

    Keşke yapabilsek. Belki yaparız. Teşekkürler.

comments user
Bülent Yılmaz

Evet aslında iyi bir fikir bu. Gerçekten bir projeye dönüştürülebilir. Teşekkürler yorumunuz için.

Yorumlar kapalı.